15 Aralık 2014 Pazartesi

Tusk (2014)

Yönetmen Kevin Smith'i  (Nam-ı diğer sessiz Bob) tanışmamız 1994 yılında Clerks filmi ile olmuştu. Siyah beyazın tonlarındaki film, Dante'nin çalıştığı markette geçmekte ve egzantrik arkadaşı Randall ile maceralarını anlatmaktaydı. Mükemmel diyalogları ve kara komedi anlayışı ile gönlümüzde taht kurmuştu. Kevin Smith (sessiz Bob (film boyunca konuşmamaktadır) ve dostu Jay (Jason Mewes) ile filmi şenlendirmiştiler. Filmin gişe başarısından sonra sırasıyla Mallrats (1995) (bu sefer maceramız alış veriş merkezinde geçmektedir, Chasing Amy (1997) ile filmlerin romantizm boyutunu iyice arttırsa da, Dogma (1999) ile her zaman ki komedi tarzına fantastik dokunuşlarla dönüş yaparlar. Sonrasına Jay and Silent Bob Strikes Back (2001) (Bu sefer başrollerde asıl ikilimiz mevcut) ve Clerks II (2006) ile Smith en iyi bildiği konular (haliyle komedi) etrafında filmlerine devam eder. Sene 2008 olmuştur ve biraz daha gişeye oynayan Zach & Miri Makes A P*rn* (Garip Bir Aşk Öyküsü) ve 2010 yılında Bruce Willis başrolüyle Cop Out (Zorlu Takip) filmlerini yapmaya karar verir. Herşey yolunda sakince ilerlemektedir, ta ki 2011 yılına kadar...

2011 Yılında Kevin Smith hayranları farklı bir tür ile karşılaşır; gerilim. Red State (Şeytanın İni), içinde ne kadar kara komedi içerse de , film boyunca kan gövdeyi götürmektedir. Orta Amerika'da macera arayan bir grup genç internet üzerinden tanışdıkları bir kadınla buluşmak isterlerken, bir tarikatın tuzağına düşerler. Onları cezalandırmak isteyen tarikat ile F.B.I.'ın çatışması arasında kalacaklar ve sonuç herkes için çok kanlı olacaktır (en azından seyirciler için). Komedi dozu asgariye indirilip, sertlik derecesi en üst noktaya çıkan film, aslında ciddi bir sistem eleştrisi içermekteydi. Ne yaptığının farkında olan tarikat lideri (Muhteşem oyunculuğla Michael Parks), kafası karışık gençler ve onlardan daha kafası karışık F.B.I. ajanları...Kevin Smith hayranları için komedi ne kadar acımasız olmuşsa bu sefer gerçeklik o kadar acımısız olmuştu!
Sene 2014, bu sefer Tusk ile Smith hem gerilimi hem de kara mizahı daha üst düzeylere çıkartmayı başarmış gibi gözüküyor. Ana fikir Kevin Smith'in Podcast'leri sırasında deniz ayısına dönüşen bir adamın komik öyküsü ile çıkmış. Dinleyicilerinin isteği ve desteği  (Twitter'da #Wallrusyes diyerek) ile filme dönüştürmeyi kararlaştırmış. Filmde de Big Lebowski filmine hayranlığını belirtmelerini referans alarak, aynı filmden Donny karakterinin bir bowling sahnesinde (filmde o kadar çok var ki! Tekrar seyrederseniz dikkatinizi çekecektir) sürekli "I'm the walrus" (ben deniz ayısıyım) repliğinden fikrin çıktığını tahmin etmekteyim. Fikir geliştikçe, dehşet şekil almaya başlayacaktır...
Kahramanımız Wallace ve partneri Teddy eğlenceli konular hakkında Podcast'ler hazırlamaktadırlar ve iyi de hayran kitleleri olan, hayatta çok dertleri olmayan gençlerdir. Wallace için kız arkadaşı Ally bile sadece bir eğlence aracıdır. İnternette rastaladıkları Kill Bill Kid vidyosunda kendi bacağını kesen pek bir ahmak genç ile röportaj yapmak için kahramınımız, Kanada'ya doğru yola koyulur. Kill Bill Kid'in cenaze törenine yetişen Wallace, eli boş dönmemek için , bir barın tuvaletindeki ilginç ilanın sahibini bulmaya karar verir. İlan, anlatacak ilginç hikayeleri bulanan Howard Howe adlı kişinin, ev işlerini yapması ve karşılığında evde kalmasını ve karşılığında ilginç hikayeleri paylaşmasını içermektedir. Bu cazip teklife karşı koyamayan Wallace , Howard'dan ev adresini alır ve bir koca bardak gazoz ile yola koyulur. Howard, kocaman köşk içinde, tekerlekli sandalyesi ile Wallace'ı karşılar. Sıcak bir çay ile 2. dünya savaşı sırasında Ernest Hemingway ile yaşamış olduğu ilginç hikaye ile  iyice heyecanlanan kahramınımızın ilgisi, Howe'un gençliğinde yaşamış olduğu talihsiz deniz kazası ve sonrasında bir deniz ayısı (filme adını veren bay Tusk) hikayesi ile doruğa çıkarken, çayının içindeki sakinleştiricinin etkisi ile yarıda kalacaktır. Howard'ın , Wallace için sadece hikayelerini paylaşmaktan başka bir amacı vardır; kendi kahramanı deniz ayısı bay Tusk'ı tekrar ete kemiğe büründürmek. Howard yavaş yavaş uzuvlarını kaybederken, içindeki hayvanı (dolayısıyla heyecanı) geri kazanacaktır. Yardıma gelen kız arkadaşı ve Teddy yanlarına eski polis Lapointe (Pembe panterin dedektifi Clouseau'nun kötü bir taklidi) ile Wallace'ı kurtmaya çalışacaklardır.



Michael Parks'ın Howe karakteri, tüm Kevin Smith filmlerinde olduğu gibi çok başarılı. Justin Long da filmin ortalarından sonra çok diyaloğu olmasa bile Parks'a güzel eşlik ediyor. Filmin, oyunculuk adına tek ritmini bozan karakteri Lapointe , Johnny Depp, Peter Sellers olmaya bu kadar özenmese , filmde bu kadar sırıtmayacakmış hissini, her ekranda gördüğümüzde bize veriyor.
Filmin gerilim dozu, komedi dozuyla yarışacak miktarda. Yavaş başlayan film sonlara doğru hızını iyiden iyiye arttırmakta. İnsanın içindeki hayvanı çıkartmak ana fikrinin dışında pek çok yan düşünceyi de içeriyor. Filmde ilginç pek çok diyalog var ve sıkılmadan filmi izliyorsunuz.
Filmi izlediğinizde her ne kadar absürd bulsanız da , ileride tekrar seyretmekten zevk alacağınız bir film karşılaşacaksınız. Muhtemelen değeri sonradan anlaşılacak olan filmi, sadece komedi ya da gerilim olarak seyrederseniz sizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Yine de bir şans vermek  102 dakikanıza değecek ve ilginizi çekecek bir şeyler mutlaka bulacaksınız. Herkesin anlatacak ilginç bir hikayesi vardır!