23 Nisan 2015 Perşembe

Vault Of Horror (Korku Mahzeni - 1973)

Günümüz korku sinemasında hala etkilerini gördüğümüz iki önemli yapımcı fimayı saysak, akla ilk gelen Hammer ardından da Amicus olur. Bu iki İngiliz şirketin büyük ağabeyi sayılacak Hammer,  1930'lu yıllarında ortalarında kurulmuş ve pek çok Edgar Allan Poe hikayesinin beyaz perdeye aktarılmasına vesile oldu. Sadece Poe değil, Vincent Price, Peter Cushing (Pek çok filmde Dr. Frankenstein ve ünlü dedektif Sherlock Holmes'u canlandırmıştı) ve Cristopher Lee (Saruman'dan önce belki de gelmiş en başarılı Dracula) ile vampirler, zombiler, mumyalarla ilgili pek çok filme imza attılar.
1960'larda İngiliz sineması çıtayı yükseltirken korku/gerilim filmleri piyasasına Amicus yapım firması girdi. Hammer'ın (özellikle Frankenstein ya da Poe uyarlamaları gibi) bir önceki ya da daha önceki yüzyıllarda geçen konular yerine, günümüzde geçen filmler yapmayı tercih ettiler. Peter Cushing ve Cristopher Lee gibi konusunda deneyimli oyuncuların  yardımı ile pek çok başarılı hikayeyi sinemaya aktardılar. Amicus'un başarısının başka bir nedeni ise yapmış oldukları antolojiler (içinde birbirinden bağımsız pek çok hikayeyi biraraya getiren filmler). Antolojilerin çoğu zamanın Tales From The Crypt ( Mezarlıktan Hikayeler) ya da Vault Of Horror (Korku Mahzeni) adlı korku hikayelerinin resmediği çizgi romanlardan ya da Robert Bloch'un (Psycho- 1964 filminin de hikayesini yazmıştır) hikayeleri senaryolaştırılmıştır. 



Filmimizin senaryosu, Korku Mahzeni çizgi roman serisinin birkaç öyküsünün bir araya gelmesiyle oluşuyor. Birbirini tanımayan beş İngilizin aynı asansörde biraraya gelmelirini ve düğmesi bulunmayan bir bodrum katına inmeleri ile başlıyor. Lüks bodrum katında üzerinde değişik içkiler (sadece viski ve likör çeşitleri nedeniyle çok da değişik olmayan) bulunan nedense tam da beş tane sandalyeyenin bulunduğu masa ile karşılaşırlar. Bu durumda her İngiliz centilmenşn yapacağı gibi her biri sandalyeye geçip, kendilerine birer kadeh içki koyup, sohbet etmeye başlarlar. Birbirlerine son zamanlarda gördük garip ve korkunç rüyalardan bahsetmeye başlarlar. Bu rüyalar bize beş güzel (daha doğrusu korkunç) hikaye halinde aktarılacaktır:
İlk hikaye,kalan mirastan payını paylaştığı kayıp kız kardeşini bulup, ortadan kaldırmaya niyetli bir adamın, ilk önce kız kardeşini bulan özel dedektifi bertaraf etmesi ardından da kardeşinin bulunduğu kasabaya yola koyulması ile başlar. Vardığında kasabanın ahalisinin oldukça tuhaf olduğunu farkeder. Herkes gün vatımından önce evlerine sığınmak için koşturmaktadır. Aradığı adreste sadece kız kardeşini bulacaktır ancak kasabadan kurtulmak sandığı kadar kolay olmayacaktır.
İlk hikaye serinin yaratıcı ve eğlenceli hikayelerinden birisi. Başrollerde de Anna ve Danirl Massey kardeşlerin olması da güzel rastlantı olmuş.
İkinci hikaye ise, yaşlandığını hisseden bir adamın artık daha düzenli bir yaşam için kendinden çok genç ve saf bir kızla evliliğinden bir kesit sunuyor. Beyefendinin aşırı titiz, tertipli hatta takıntı halini almış düzen disiplini, müstakbel gelinde umulmadık tepkiler vermesine neden olacaktır.
Bence serinin konu olarak en eğlenceli ve oyunculuk açısından en başarılı bölümü olmuş.
Üçüncü hikaye ise; usta bir ilüzyonistin, karısı ile birlikte Hindistan gezisinde sürpriz bir gösteriye tabık olmaları ile başlıyor. Bir sihirbazın foyasını ortaya çıkarıp, ardından sihirbazın kızının urgan ve flüt ile yapmış oldukları performansın sadece bir ilüzyon olmadığını anlayınca bu sihire sahip olmak için herşeyi göze alırlar.
Bu hikaye, daha çok ülkemizde Süper Korku adıyls yayınlanan korku çizgi romanlarımdan çıkmış bir hikaye. Günümüz seyircisini çok şaşırtmasa da zamanında pek çok izleyiciye heyecanlı anlar yaşattığı kesindir.
Dördüncü hikaye; hayat sigortasından para alabilmek için sahte ölümünü hazırlayan bir üç kağıtçının, cenaze akşamı iki tıp öğrencisinin kadavra arama macerası ile yollarının mezarlıkta kesilmesini konu alıyor.
Her ne kadar seyretmesi eğlenceli olsa da filmin kesinlikle en zayıf hikayesi.
Son hikaye; yaptığı eserleri küçümseyen sanat eleştirmenlerinden uzakta kalmak için ıssız bir yerde sanatını icra eden bir ressamın, bir vodoo büyücüsü ie tanışması ile başlar. Vodoo büyücüsü ona resimleri üzerinde resimlerin sahiplerine istediği fiziksel hasara yol açmasını sağlayan bir büyü yapar. Şehire dönen ressam intikam için resimler yaparken kendi resmini yaptığını unutur.
Bu hikayenin en ilginç kısmı, Dr. Who tarihinin en uzun soluklu Dr. Who oyuncusu Tom Baker tarafından ressamınızın canlandırılmış olması. Tom Baker'a uzun sakalları ile alışmak uzun zaman alıyor.
V/H/S, 3 Sıradışı gibi hikaye ve görselliği üst noktalara taşımış serilere alışmış seyirciler için, Mezarlıktan Hikayeler'in konuları daha basit ve görselliği daha geri planda kalsa da, türünün nasıl gelişim gösterdiğini görmek açısından çok önemli  bir referans. Yapımından sonra pek çok filmi ve televisyon serisine örnek olacak olan film, zamanının önemli oyuncularını kullanmasıyla da antolojik hikayeler türünün bugünlere gelmesinin alt yapısını hazırlamış. Gerek çizgi romanların senaryolaştırılması, gerekse çizgi romanlardaki hikayelere sadık kalınması ile, başta korku üzerine olan pek çok çizgi romanında sinema endüstrisi üzerinde etkili olmasını sağlamıştır. 









19 Nisan 2015 Pazar

Isolation (Tecrit -2005)


Artan nüfusu beslemek (ya da sebep olarak bu fikir sunularak) için bitkilerin gen yapısı ile değiştirilerek ya da besi hayvanlarının gıdalarının gen yapısı ile oynanarak daha hızlı olgunlaşmaları sağlanıyor. Tabii bu bilgilerin bize sunulmasının ( ya da öğrenmemizin) üzerinden çok fazla zaman geçmedi. Her ne kadar ana konu olmasa bile, Dario Argento'nun yönettiği 1971 tarihli 9 Kuyruklu Kedi (Il Gatto No A Nove Code) filminde de tavuklar üzerinde yapılan deneylerden bahsediliyordu.Warning Sign (1985) filminde Amerikada gıda üzerinde yapılan deneyler ve sonrasında insanlara etkisi üzerine hikayeyi oluşturalı tam 30 yıl olmasına rağmen bu konu her nasılsa hep es geçildi.
Filmimiz İrlanda'nın gözden ırak bir çiftliğinde geçiyor. 1.5 saatlik süre boyunca İrlanda'nın doğal güzelliklerini görmeyi umuyorsanız hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Tamamen çiftliğin içinde ve karanlık ortamlarda dolaştığımız için tekinsizlik hissinden kurtulamıyoruz. Oyuncu sayısı kısıtlı olsa bile, John Lynch (ünlü M. United'lı oyuncu George Best'i canlandırdığı Best, ironik olarak oyuncu İrlandalıdır), Essie Davis (Geçen senenin unutulmaz filmi Babadook'un Avusturalyalı başrol oyuncusu) ve Prometheus'ın haylaz bilim adamı Sean Harris rollerinde oldukça başarı sergiliyorlar. 
Konuya ve çiftliğe dönecek olursak; kahramanımız Dan çiftliğindeki bir ineğin doğumunda terslik hissedince, veteriner Orla'dan yardım ister. Dananın Orla'yı daha anne karnında ısırması, işlerin pek de hayırlı gitmeyeceğinin habercisi olacaktır, zira Dan ; Orla ve Dr. John'un yardımıyla inekler üzerinde ineklerinin üzerinde genetik deneyler yapılmasına izin vermiştir. Orla'nın ortadan kaybolması ile gecenin ilerleyen saatlerinde, çiftliğin alanında karavanlarında kalan genç çiftten yardım istemeye karar verir. Sunduğu teklifi kabul eden Jamie'nin de doğum esnasında bilinmeyen birşey tarafından ısırılmasıyla işler iyice sarpa sarar. Duruma müdehale için çiftliğe gelen John , ineklerin için oldukça büyük ve vahşi parazitlerin oluştuğunu keşfeder. Parazitler sadece ineklere değil aynı zamanda insanlara da bulaşanilmektedir. Böylece karantina ve parazit avı başlar...
Film ilerledikçe, konunun iki filmden alındığını rahatça anlayabiliyoruz. İlki Yaratık (Alien) filmi, Nostromo gemisi yerine rahatlıkla çiftliği koyduğunuzda mekan olarak çok farklı olmadığını görebilirsiniz.Ayrıca parazitlerin ufak halleri , yüz kucaklayanlara (face hugger) büyümüş halleri ise doğrudan Xenomorph'larla benzeşiyor. Dr John ise duygusuzluğu ile Nostromo'nın bilim subayı , psikopat androidi Bishop ile paralel kişiliği sergiliyor.
Örnek olan ikinci film ise Şey adıyla ülkemizde gösterime giren The Thing (1982) adlı John Carpenter filmi. Parazit'in yapısı ve bulaşıcı olması, kime bulaştığı belli olmaması, ortamdaki terkedilmiş hissi soğuk ile birleşince konu olarak ne kadar referans alındığını iyice ortaya çıkarıyor.



Sonuç olarak; kendi coğrafyasının (hikaye işleyişi olmasa bile) seçtiği konu itibari ile ilginç bir örneği olarak tanıtabiliriz. Ayrıca yapımcılar arasında bulunan İrlanda Film Kurulu da ayrı bir teşekkürü hakkediyor. İskoçlardan önce İrlandalılar, ülkelerinin.sinema konusunda önemli potansiyelini keşfedip (557.300.000 € ve 6000 kişilik iş gücü imkanı ve ülkenin üretiminde % 0.3'lük artış) bu konuda ülkelerinin kendisini film seti olarak yabancı sinemacılara açıp, ülkenin tanıtımı için çalışıyorlar. Ülkemizde hazır devasa setler ve alanlar, ciddi bir seyirci potansiyeli ve daha ucuz iş gücü olmasına rağmen dünya sinema setlerinin neden Balkanlara kaydığını insan merak edemeden duramıyor.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Let Us Prey (2014)

Film; çok uzun süredir gördüğüm en iyi açılış jeneriği ile başlamıştı... Issız İskoç kayalık sahilinde, kargaların uçuşu ile gün batımı yerinden ortaya çıkan paltolu ve sakallı adam, tabii ki hayırlı işlerin işareti olarak görülemez. Daha da ıssız yollardan kargaların öncülüğünde bir kasabaya doğru koyulur.
Brian O'Malley'in ilk uzun metrajlı filmi Şet Us Prey, Liam Cunningham (İrlandalı oyuncuyu Taht Oyunları (Game Of Thrones) dizisinden hatırlayabilirsiniz), Pollyana McIntosh (İskoç oyuncu The Woman (Kadın  - 2011) filmindeki rolüyle kendinden hayli bahsettirmişti) gibi kaliteli oyuncuları bulunduruyor. Douglas Russel ise filmde neredeyse bir Willem Defoe performansı sergilemekte. İlk uzun metrajlı film için için kast oldukça kuvvetli ve korku filmleri konusunda çok deneyimli.g
Filmin açılışının, görsel olarak ne kadar zengin olduğundan bahsetmiştim, açılıştan sonra da her karede bu tatmini alamaya devam ediyoruz. Daha önce The Canal (Kanal - 2014) filmi ile İrlanda'da tüylerimizi ürperten görüntüleri yaratan , görüntü yönetmeni Piers McGrail, bu filmde de , bu sefer grinin tonları yerine karanlığı ve ateşin parlaklığını ve kanın kırmızısını kullanarak gerekli atmosferi sağlamış.

Pek çok kişi konu olarak (pek sevdiğimiz) John Carpenter'ın Assault On Precinct 13(13. Karakola Saldırı- 1978) filmini referans aldığını düşünüyorsa da, bu sefer saldırı dışarıdan içeriye değil, doğrudan içerden çıkan karmaşadan kaynaklanıyor. Gizemli misafirimiz, 6. no'lu koğuştaki karakterimiz, aynı karakolda hapsedilmiş tüm mahkumların ve polislerin sırlarını açığa çıkarıp, teker teker kendilerini cezalandırmalarını sağlıyor. Adamın üzerinden çıkan ufak kara kitapta yazan isimler in (ölüm kitabı manga , anime ya da filmini hatırladınız mı?) sonu pekte iyi bitmiyor. Bir karakter hariç herkes mi bu kadar kötü olabilir diyorsanız, orası da film senaryosunun bir gediği tabii. Filmin ritmine kapılıp hevesle seyretmek ya da bu noktaya takılıp filmden kopmak size kalmış.
Filmin yapımında karşımıza çıkan ilginç başka bir nokta ise , bütçeyi sağlayanlardan birisinin Creative Scotland vakfının olması. Vakıf, İskoç Devleti ve Milli Piyangosu tarafından kurulan bağımsız bir dernek. Yöneticileri sanat konusunda hizmet veren akademisyenlerden ve bağımsızlardan oluşuyor Plastik sanatlardan, rock gurplarına kadar geniş bir yelpazede sanatın her dalında sanatçıları destekliyorlar. 2012 Senesinde İskoçya sinemasının 100. yılı nedeniyle yapılan çalışmalarda zaten İskoçların bu konuya ne kadar önem verdiklerini görmüştük.
Darısı başımıza diyerek, piyangodan korku filmi çıkaran İskoçlara, bu film için teşekkür edip, başarılarının devamını diliyoruz.