"We are what we are" ojinali 2010 tarihli olan aynı isimli bir filmin 2013 tarihli tekrar çevrimi. Filmimiz bu sefer Meksika'nın tekinsiz sokaklarında değil, Amerika'nın fazlasıyla sakin bir kasabasında geçiyor. Konusu dışarıdan çok normal gözüken bir aile üzerine kurulu.
Ravenous'da olduğu gibi konumuz yine yamyamlık. Ravenous'da konu ne kadar eğlenceli anlatılmış ise bu filmde de o kadar dramatik yansıtılmış. Kısacası konusu şöyle:
Parker ailesi, anne, baba, 2 abla ve 1 erkek çocuktan oluşan çekirdek sayılabilecek, dışarıdan oldukça sıradan ve zararsız, kurallara bağlı bir ailedir. Filmin açılışında annenin beklenmedik ölümü üzerine aile için çok zor zamanlar beklemektedir, çünkü ailenin aşçısı anne karakteri bilinmeyen bir sebeple öteki dünyaya göç etmiştir. Zaman ilerledikçe babanın da benzer bir rahatsızlıktan muzdarip olduğunu görmekteyiz. Ailenin yükü biri 18 diğeri 14 yaşında iki kıza kardeşe kalmıştır. Bu da yetmiyormuş gibi küçük kardeşleri de aile büyükleri ile aynı hastalık semptomplarını göstermektedir. Konun buraya kadar olan kısmı neredeyse bir Türk filmi kadar dramatik gözüküyor. Sadece ufak bir farkla; aile fertleri aralıklı olarak insan eti ile beslenmektedir. Bir sel baskını sonucunda kızını kaybetmiş (vefat nedeni ile değil , bulamadığı için) kasaba doktorumuz, ufak insan kemiklerine rastlar ve yavaş yavaş ipuçları onu Parker ailesinin kapısına kadar getirir.
Aslında konuda pek çok hata gözümüze çarpmıyor değil, mesela bunca insanın kaybolması neden kimsenin dikkatini çekmemiştir.Ailenin küçük kızının okuduğu kitap ise Amerika'da yaşandığı söylenen Donner grubu olayını referans gösteriyor. Filmin içinde bu alt hikaye daha fazla işlenmiş olsa filmin çok daha besleyici ve etkiliyici olacağı kesin. Ancak yapımcılar daha sonra çekilmesi düşünülen We We Were filmine saklamayı uygun görmüşler.
Çok tanıdık oyuncular kastta bulunmasa bile oyunculuk konusunda gözümüze birşey batmıyor. Ama filmin yavaş temposu seyredilme konusunda sıkıntı yaşatıyor. Gerilim filmi beklediğimiz ise karşımıza bir vasatın biraz üzerinde bir Amerikan draması çıkıyor. Orjinal filmi bir adım daha ileri götümek yerine dramatik yapıyı korumayı tercih edilmiş.
Yamyamlık üzerine çok daha başarılı filmler olan, Texas Chainsaw Massacre (1974), Raw Meat (1973), Ravenous (1999) hatta 2008 tarihli The Midnight Meat Train'i öneririm. Yamyamlık sağlam mide ister, sonuçte ne yiyorsak o değil miyiz?
Korku, gerilim ve bilim-kurgu filmleri üzerine incelemeler. İncelemeler, film tarihleri ya da beğeni kriterleri olmaksızın yapılmaktadır.
23 Ekim 2013 Çarşamba
22 Ekim 2013 Salı
Ravenous (1999)
Ravenous; nedense aralıklarla seyrettiğim, ama defasında çok eğlendiren bir film. Yamyamlık konusuna ilginç bir yaklaşımla düşünmemizi de sağlıyor. (Tabii ki İtalyanların yapmış olduğu sömürü filmlerini saymadan) yamyamlık üzerine yapılmış güzel bir eli yüzü düzgün ender filmlerden. Eğer ağlak vampirlerden, aşık kurtadam/kadın dramalarından sıkıldıysanız, yamyamlıkta romantizme yer yoktur...
Daha önce İskoçların ünlü yaymyam ailesi Sawney Bean ve ailesi hakkında Raw Meat filminde bahsetmiştim. Tarihteki tek ünlü yamyamlar sadece İskoç değil tabii, 1822 yılında bir İngiliz kolonisi olan adada kaçan sekiz mahkumdan biri olan Alexander Pearce, yakalandıktan sonra bulunamayan diğer 7 mahkumu afiyetlle yediği ortaya çıkıyor. Bu konuyla ilgili "Last Confession Of Alexander Pearce" (2008) konuyu daha ciddi olarak başarı ile anlatıyor. Filmimizin çıkış noktalarından birisi bu olay, ve başrol oyuncusu Gıuy Pearce ile Alexander Pearce'ın soyisimlerinin aynı oluşu sadece bir benzerlik.
Ama filmimizin konusunu aldığı asıl olay ise 1846-1847 yıllarının arasındaki kışta Amerika'da gerçekleşmiş. Missouri'den California'ya doğru yola çıkan 87 kişi soğuk sert koşulları yüzünden yamyamlığa yönelmişler.
Ravenous'un konusu da tam burada başlıyor; yüzbaşı John Boyd, Meksika savaşı sırasında ölü taklidi yaparak Meksikalı askerlerin eline düşünce, cesetlerin bulunduğu arabaya yüklenir. Burada ölen askerlerin kanları ile sağ kalmakla kalmayıp, önemli bir Meksikalı subayı öldürerek evine kahraman olarak döner. Ancak üstleri tarafından yaptıkları fark edilince, terfi edilmesine rağmen Fort Spencer'a sürülür. Başta naif Albay Hart (Tabii ki muhteşem Jefrey Combs) olmak üzere ilginç karakterlerin bulunduğu askeri karakolda, kısa süre sonra soğuya maruz kalmış İskoç Colqhun (Glasgow doğumlu Robert Carlyle) ile tanışırlar. Colqhun onları arkadaşlarının yardımına çağırır ve kalmış oldukları mağaraya götürür. Mağarada hiç tahmin etmedikleri bir manzara ile karşılaşacaklardır.
Daha fazla filmin konusundan bahsedip zevkini kaçırmadan, şöyle bir ipucu verelim; Afrikada savaşçıların, düşmanlarını yiyip, kafataslarından içki içtikleri ve bu sayede düşmanlarının gücünü kazandıkları üzerine efsaneler söz konusu.
Filmin bundan sonrası ete duyulan haz ile kan tutkusunun eğlenceli bir karşılaşması. Filmin yönetmenin vejeteryan olması da , yamyamlık konulu filme bambaşka bir bakış açısı sağlıyor. Heyecanla beraber uygun dozda muzipliği bilinçaltımıza, tüm görselliği ile zerk etmesi de cabası. İzlemesi oldukça zevkli hatta lezzetli bir film. Filmin son cümlesinde dediği gibi: Bon Apetite...
Daha önce İskoçların ünlü yaymyam ailesi Sawney Bean ve ailesi hakkında Raw Meat filminde bahsetmiştim. Tarihteki tek ünlü yamyamlar sadece İskoç değil tabii, 1822 yılında bir İngiliz kolonisi olan adada kaçan sekiz mahkumdan biri olan Alexander Pearce, yakalandıktan sonra bulunamayan diğer 7 mahkumu afiyetlle yediği ortaya çıkıyor. Bu konuyla ilgili "Last Confession Of Alexander Pearce" (2008) konuyu daha ciddi olarak başarı ile anlatıyor. Filmimizin çıkış noktalarından birisi bu olay, ve başrol oyuncusu Gıuy Pearce ile Alexander Pearce'ın soyisimlerinin aynı oluşu sadece bir benzerlik.
Ama filmimizin konusunu aldığı asıl olay ise 1846-1847 yıllarının arasındaki kışta Amerika'da gerçekleşmiş. Missouri'den California'ya doğru yola çıkan 87 kişi soğuk sert koşulları yüzünden yamyamlığa yönelmişler.
Ravenous'un konusu da tam burada başlıyor; yüzbaşı John Boyd, Meksika savaşı sırasında ölü taklidi yaparak Meksikalı askerlerin eline düşünce, cesetlerin bulunduğu arabaya yüklenir. Burada ölen askerlerin kanları ile sağ kalmakla kalmayıp, önemli bir Meksikalı subayı öldürerek evine kahraman olarak döner. Ancak üstleri tarafından yaptıkları fark edilince, terfi edilmesine rağmen Fort Spencer'a sürülür. Başta naif Albay Hart (Tabii ki muhteşem Jefrey Combs) olmak üzere ilginç karakterlerin bulunduğu askeri karakolda, kısa süre sonra soğuya maruz kalmış İskoç Colqhun (Glasgow doğumlu Robert Carlyle) ile tanışırlar. Colqhun onları arkadaşlarının yardımına çağırır ve kalmış oldukları mağaraya götürür. Mağarada hiç tahmin etmedikleri bir manzara ile karşılaşacaklardır.
Daha fazla filmin konusundan bahsedip zevkini kaçırmadan, şöyle bir ipucu verelim; Afrikada savaşçıların, düşmanlarını yiyip, kafataslarından içki içtikleri ve bu sayede düşmanlarının gücünü kazandıkları üzerine efsaneler söz konusu.
Filmin bundan sonrası ete duyulan haz ile kan tutkusunun eğlenceli bir karşılaşması. Filmin yönetmenin vejeteryan olması da , yamyamlık konulu filme bambaşka bir bakış açısı sağlıyor. Heyecanla beraber uygun dozda muzipliği bilinçaltımıza, tüm görselliği ile zerk etmesi de cabası. İzlemesi oldukça zevkli hatta lezzetli bir film. Filmin son cümlesinde dediği gibi: Bon Apetite...
Jeepers Creepers 2 (2003)
Jeeper Creepers serisinin ilk filmi 2001 yılında gişede büyük başarı yakalamış ve iyi eleştiriler almıştı. Yönetmen Victor Salva'nın uzun süreden sonra tekrar yönetmen koltuğuna oturmuş ve formundan bir şey kaybetmediğini ispatlamıştı. İlk filmin başarısı ile 2003 yılında devam filmi ile tek filmlik bir başarı olmaktan çıktı.
Çoğu devam filmi serilere yeni bir soluk getirmezken, Jeepers Creepers 2 başarılı bir seri olma yolunda sağlam adımlar atmakta. Bunda Victor Salva ve yapımcı Francis Ford Coppola'nın büyük katkısı olduğu kuşkusuz. Jeepers Creepers 2'de ilk filmden karşısımıza sadece Justin Long çıkıyor. İlk filmin şanssız kahramanı Darry,bu sefer hayaletimsi bir görünümde. Tabii ki asıl kötü karakterimiz Creeper karakterini unutmamak lazım. Oyuncu kadrosunda Ray Wise haricinde aşina olduğumuz pek kimse olmamasına ve kastın çoğunlukla gençlerden oluşmasına rağmen, gözümüzü Creeper'dan alamadığı için oyunculuk olarak göze batmıyor.
Kısaca ilk filmin konusunu hatırlayacak olursak; Trish ve Darry, üniversitelerin tatil olmasını fırsat bilerek ailelerinin yanına dönen iki kardeştir. Çokta lüks olmayan arabalarıyla seyahat ederken yolları eski model bir kamyon ve agresif sürücüsü ile kesişir. Kamyonun sahibi agresif bir katil olmakla kalmayıp, aynı zamanda 23 yılda bir 23 günlüğüne ava çıkan bir yaratıktır. Yaratığımız seçtiği kurbanların organlarını yiyerek yaşamaktadır.
İkinci filmimizde yine yaratığımız bu süre zarfında avlanmak için yola çıkmıştır. Yaratık ilk önce kendi halinde gibi gözüken çiftçi Jack Taggart Sr. oğlunu kaçırır, ardında bir otobüs dolusu liseli genç sporcu, ponpon kız ve gazetecinin peşine düşer. Öfkeli baba Jack'in yaratık için farklı planları vardır...
Bir avuç dolusu sporcu genç ve ponpon kız 80-90'ların klasik korku/gerilim filmi karakterleridir. Bu film de 80-90'ların korku filmlerinin peşinden gidiyor. Filmi seyrederken fazla konuya takılmadan, başarılı makyajlar ve efektler bile sıkılmadan seyretmeye değer. Günümüzün korku filmlerindeki bolca kan yerine, bu sefer başarılı efektler göze çarpıyor. İlk filmdeki Creeper karakterine biraz da mizah katarak filme neredeyse bir Evil Dead havası verilmiş. Ayrıca filmde, başta Jaws,, Pumpkin Head gibi 80-90'ların filmlerindeki tadı alabilirsiniz.
Nerede o eski korku filmleri diyorsanız ve cuma gecesi, patlamış mısırla en iyi ne gider diye merak ediyorsanız, kesinlikle bu filmi kaçırmayın!
Çoğu devam filmi serilere yeni bir soluk getirmezken, Jeepers Creepers 2 başarılı bir seri olma yolunda sağlam adımlar atmakta. Bunda Victor Salva ve yapımcı Francis Ford Coppola'nın büyük katkısı olduğu kuşkusuz. Jeepers Creepers 2'de ilk filmden karşısımıza sadece Justin Long çıkıyor. İlk filmin şanssız kahramanı Darry,bu sefer hayaletimsi bir görünümde. Tabii ki asıl kötü karakterimiz Creeper karakterini unutmamak lazım. Oyuncu kadrosunda Ray Wise haricinde aşina olduğumuz pek kimse olmamasına ve kastın çoğunlukla gençlerden oluşmasına rağmen, gözümüzü Creeper'dan alamadığı için oyunculuk olarak göze batmıyor.
Kısaca ilk filmin konusunu hatırlayacak olursak; Trish ve Darry, üniversitelerin tatil olmasını fırsat bilerek ailelerinin yanına dönen iki kardeştir. Çokta lüks olmayan arabalarıyla seyahat ederken yolları eski model bir kamyon ve agresif sürücüsü ile kesişir. Kamyonun sahibi agresif bir katil olmakla kalmayıp, aynı zamanda 23 yılda bir 23 günlüğüne ava çıkan bir yaratıktır. Yaratığımız seçtiği kurbanların organlarını yiyerek yaşamaktadır.
İkinci filmimizde yine yaratığımız bu süre zarfında avlanmak için yola çıkmıştır. Yaratık ilk önce kendi halinde gibi gözüken çiftçi Jack Taggart Sr. oğlunu kaçırır, ardında bir otobüs dolusu liseli genç sporcu, ponpon kız ve gazetecinin peşine düşer. Öfkeli baba Jack'in yaratık için farklı planları vardır...
Bir avuç dolusu sporcu genç ve ponpon kız 80-90'ların klasik korku/gerilim filmi karakterleridir. Bu film de 80-90'ların korku filmlerinin peşinden gidiyor. Filmi seyrederken fazla konuya takılmadan, başarılı makyajlar ve efektler bile sıkılmadan seyretmeye değer. Günümüzün korku filmlerindeki bolca kan yerine, bu sefer başarılı efektler göze çarpıyor. İlk filmdeki Creeper karakterine biraz da mizah katarak filme neredeyse bir Evil Dead havası verilmiş. Ayrıca filmde, başta Jaws,, Pumpkin Head gibi 80-90'ların filmlerindeki tadı alabilirsiniz.
Nerede o eski korku filmleri diyorsanız ve cuma gecesi, patlamış mısırla en iyi ne gider diye merak ediyorsanız, kesinlikle bu filmi kaçırmayın!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)