Ravenous; nedense aralıklarla seyrettiğim, ama defasında çok eğlendiren bir film. Yamyamlık konusuna ilginç bir yaklaşımla düşünmemizi de sağlıyor. (Tabii ki İtalyanların yapmış olduğu sömürü filmlerini saymadan) yamyamlık üzerine yapılmış güzel bir eli yüzü düzgün ender filmlerden. Eğer ağlak vampirlerden, aşık kurtadam/kadın dramalarından sıkıldıysanız, yamyamlıkta romantizme yer yoktur...
Daha önce İskoçların ünlü yaymyam ailesi Sawney Bean ve ailesi hakkında Raw Meat filminde bahsetmiştim. Tarihteki tek ünlü yamyamlar sadece İskoç değil tabii, 1822 yılında bir İngiliz kolonisi olan adada kaçan sekiz mahkumdan biri olan Alexander Pearce, yakalandıktan sonra bulunamayan diğer 7 mahkumu afiyetlle yediği ortaya çıkıyor. Bu konuyla ilgili "Last Confession Of Alexander Pearce" (2008) konuyu daha ciddi olarak başarı ile anlatıyor. Filmimizin çıkış noktalarından birisi bu olay, ve başrol oyuncusu Gıuy Pearce ile Alexander Pearce'ın soyisimlerinin aynı oluşu sadece bir benzerlik.
Ama filmimizin konusunu aldığı asıl olay ise 1846-1847 yıllarının arasındaki kışta Amerika'da gerçekleşmiş. Missouri'den California'ya doğru yola çıkan 87 kişi soğuk sert koşulları yüzünden yamyamlığa yönelmişler.
Ravenous'un konusu da tam burada başlıyor; yüzbaşı John Boyd, Meksika savaşı sırasında ölü taklidi yaparak Meksikalı askerlerin eline düşünce, cesetlerin bulunduğu arabaya yüklenir. Burada ölen askerlerin kanları ile sağ kalmakla kalmayıp, önemli bir Meksikalı subayı öldürerek evine kahraman olarak döner. Ancak üstleri tarafından yaptıkları fark edilince, terfi edilmesine rağmen Fort Spencer'a sürülür. Başta naif Albay Hart (Tabii ki muhteşem Jefrey Combs) olmak üzere ilginç karakterlerin bulunduğu askeri karakolda, kısa süre sonra soğuya maruz kalmış İskoç Colqhun (Glasgow doğumlu Robert Carlyle) ile tanışırlar. Colqhun onları arkadaşlarının yardımına çağırır ve kalmış oldukları mağaraya götürür. Mağarada hiç tahmin etmedikleri bir manzara ile karşılaşacaklardır.
Daha fazla filmin konusundan bahsedip zevkini kaçırmadan, şöyle bir ipucu verelim; Afrikada savaşçıların, düşmanlarını yiyip, kafataslarından içki içtikleri ve bu sayede düşmanlarının gücünü kazandıkları üzerine efsaneler söz konusu.
Filmin bundan sonrası ete duyulan haz ile kan tutkusunun eğlenceli bir karşılaşması. Filmin yönetmenin vejeteryan olması da , yamyamlık konulu filme bambaşka bir bakış açısı sağlıyor. Heyecanla beraber uygun dozda muzipliği bilinçaltımıza, tüm görselliği ile zerk etmesi de cabası. İzlemesi oldukça zevkli hatta lezzetli bir film. Filmin son cümlesinde dediği gibi: Bon Apetite...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder