Howard Phillips Lovecraft, korku edebiyatının en başarılı ve en çok ilham veren, aynı zamanda değeri sonradan keşfedilen yazarlarından biridir. Robert E. Howard (Conan ve Kull'ın yaratıcısı), Clark Ashton Smith ve Robert Bloch'un başını çektiği rüya ekibiyle, Weird Tales dergisi altında günümüz korku mitosunun yaratıcıları oldular. Yayınlanan pek çok hikayeleri, daha sonra Stephen King gibi pek çok yazara ilham verdi ve korku sinemasına şekil verdi. John Carpenter'ın 1994 yapımı "In The Mouth Of Madness" filmi de doğrudan H.P. Lovecraft'ın bir hikayesine bağlı olmasa bile , pek çok hikayesini referans alarak güzel bir bileşim hazırlamaktadır. Hatta filmin kahramanın hikayesi içinde (filmimizin de ismi gibi) Pickman's Motel adlı gizemli bir motele uğramaktaydı. Lovecraft'ın hikayeleri her ne kadar çok ürkütücü olsa da , yazarın hayal gücünün yaratımlarını fiziksel hale mekanik i makyaj ya da bilgisayar efekti ile ekrana yansıtmak masraflı olduğu için, uyarlanan filmler bu eksiklikle bir adım geride kaldı. Başta Dan O'Bannon ve Biran Yuzna gibi yönetmenler hikayeleri sinema ekranına başarılı olarak yansıtlarda, beklenilen patlamayı bir türlü gerçekleştiremediler. Meraklıları için , 1985 yapımı "Re-animator", 1986 yapımı "From Beyond", 1991 yapımı "The Ressurected". 1993 yapımı bir antoloji olan "Necronomicon: Boom Of Dead" filmlerini tavsiye ederim. Ayrıca yazarın hikayelerinin ülkemizde İthaki yayınları tarafından da yayınladığını hatırlatalım.
Filmimiz nispeten yakın bir tarih olan 2010 yılında çekilmiş olan Pickman's Muse adıyla yayınlandı. Temel olarak yazarın Pickman's Model hikayesinden uyarlanmış olsa da, hikayeden farklılıklar içermekte. Hikayede ressamımız Pickman ilhamını bir yaratıktan almakla birlikte, filmde ilhamı bir kiliseden alıyor.
Kısaca hikayeyi özetlersek:
Yalnız yaşayan ressamımız Robert Pickman, yaşamını doğa resimleri yaparak kazanmaktadır. Zaman içinde ilhamını kaybeden Pickman, kendisini evinin pencerisinden gördüğü kilisenin eskizlerini çizerken bulur. Eskizler giderek tuvale yansımaya başlayınca sanat galerisi sahibi ile görüşerek satmaya çalışır. Galeri sahibi resimlerin kendisine ait olduğuna inanmaz, çünkü çok benzer resimler Goodie Hines adında başka bir ressam imzalı olarak yapılmıştır. Şanısımıza Goodie Hines işlediği cinayetler nedeniyle akıl hastanesine kapatılmıştır. Hikayeninin bu noktasında Dr. Dexter devreye girer. Dr. Dexter (yazarın başka bir hikayesi olan Charles Dexter Ward'ın garip vakasına gönderme yapılarak...) hem ressamımızın hem de Hines'ın danışmanı/dokturudur. Pickman resmettiği uğursuz kilisenin içinde araştırma yaparken, Dr. Dexter'da her iki hastaının ortak yönleri olan resimler hakkında araştırmaya başlar. Pickman'ın yarı uyanık rüye gibi kilise ziyaretleri ve bu nöbetler sırasında bilinç dışı çizimlerinn yanı sıra gaipten gelen sesler de işlerin kontrolden çıkmasına neden olur. Doktorun araştırmaları da kilise üzerine yaoğunlaşırken, kullanım amacının bildiğimiz ibadetlerden farklı amaçlı kullanıldığını görür. Kilisenin bahçesinde gördüğü çarmıha gerilmiş küçük ahtapot bu konuda biraz daha ipucu verir.
Maddi olarak kısıtlı bir bütçe ile gerçekleştirildiği için görsel efektler de kısıtlı olmasına rağmen filmin kendine has bir havası var. Özellikle ışıklandırma ve başrol oyuncusunun (fiziğinin de etkisi ile) oyunculukları başarılı. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen, samimi yaklaşımı ile alkışı hakediyor.
Görsel efektlere donatılmış , kanlı bir film bekliyorsanız hayal kırıklığına uğrayacağınız kesin. Ancak bu filmle yönetmenin daha sonra çekebileceği filmler için bir umut ışığı doğruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder